Close to the Edge ve Müzik
Selamlar merhabalar. Eğer bir gün biri size silah çekip İsmail Mert İnal'ın Close to the Edge şarkısı ve müzik hakkındaki görüşlerinden bahset derse kurtuluşunuzun anahtarı tam olarak burada. Normalde bu yazıyı İngilizce yazardım ama Türkçeyken bile anlatması bu kadar zor bir şeyi bir de ingilizce anlatmakla uğraşamam. Ayrıca bu yazıyı bu konuda düşünmek ve yazmak istediğim için yazıyorum herhangi bir gelişim arayışıyla değil. He ilerde başka şarkılar hakkında yazarsam o zaman belki İngilizce yazarım, ya da Türkçe ya da yeni öğrendiğim bir dilde. Bunu sadece gelecekteki Mert bilir. Daha fazla zırvalamaya gerek yok konu Yes grubunun 5. albümü (ki favorimdir), Prog Archives top prog albums listesinin zirvesindeki isim Close to the Edge (başlıktan anlamadıysanız). Tabii bu yazı albüm hakkında değil albümün adını alan ilk şarkısı hakkında. Albümün diğer parçaları da kendine adına yazı hak eden parçalar olsa bile ben en sevdiğim hakkında konuşmak istiyorum. Jon Anderson, Steve Howe, Chris Squire, Rick Wakeman ve başka büyük prog rock gruplarında da adını bolca duyduğumuz Bill Bruford'un emeklerinden oluşmuş bir albüm. Bu isimler bilmeniz çok önemli olmasa bile (En sevdiğin sanatçı ne sorusuna Tarkan yerine daha "marjinal" cevaplar vermek isterseniz bilemem tabii) böyle bir eseri var etmiş kişilerin adını anmadan Close to the Edge hakkında bir yazı yazmak ayıp olur. Albüm 13 Eylül 1972 senesinde piyasaya sürülmüş ve Close to the Edge, And You and I ve Siberian Khatru olmak üzere 3 parçadan oluşuyor. Vokalin mikrofonu, miksaj yöntemi, klavye seti.... gibi sayısız teknik bilgi verebilirim ama bunların hepsini size google ya da artık chatgpt de verir, çok merak ediyorsanız (ki ben etmiyorum) açıp bakabilirsiniz. Ben normal olduğu gibi albümün ve şarkının bize anlattığı şeydeyim ama bu konular gelmeden önce progresif rock ve müzik ile ilgili anlatmam gereken şeyler var.
Progresif rock ya da kısaltırsak prog rockın ne olduğunu anlatmak çok kolay değil. Progresif rock 1960'ların sonlarında ve 1970'lerin başında ağırlıklı olarak Britanyalı grupların rock müziği yeni sanatsal seviyelere çıkarma girişiminin sonunda ortaya çıkmıştır. Bunu direkt olarak Wikipedia'dan kopyaladım ama böyle robot gibi söylemektense benim şu anlatım daha çok hoşuma gidiyor. Dinlediğin şeyde tuhaf sesler duyuyorsan ve sana normal gelmiyorsa yüksek ihtimalle prog rock dinliyorsun. Anlayabileceğiniz gibi normal kalıplara uymayıp farklı şeyler üretme çabasında olan bir tür ve belki farketmeseniz bile önceden mutlaka duyduğunuz bir tür. Mesela Pink Floyd şarkılarının büyük bir kısmı ya da Bohemian Rhapsody. Benim en sevdiğim müzik türü ve yüksek ihtimalle en ilginç türlerden de biri. Temel olarak bir düzen üzerine kurulu bir tür olmasa bile aslında kendi içindeki parçalara tamamen bir bütünü oluşturur genelde. Tuhaf bir cümle gibi gelmiş olabilir ama demek istediğim şu mesela The Dark Side of the Moon albümü. Adını daha önce hiç duymadıysanız insanların size hangi mağradansınız diye sorabileceği, dünyanın thriller ile birlikte en çok satan ve prog rockın başyapıtlarından bir albüm. Albümü açıp dinlediğinde müzik kalitesinden etkilenip adamlar neler yapmış be dedikten sonra tekrar biraz daha dikkatli dinlerseniz bize baştan sona bir hikaye anlattıklarını rahatlıkla anlatırsınız. Speak to Me ile ilk kalp atışını, Breath ile ilk nefesi, On the Run ile günlük hayatın karmaşasını, Time ile zamanın akışını ve kalan şarkılar ile hayatın kalan bölümlerini dinlediğinizi fark edersiniz. Bu tarz albümlere konsept albüm denir. Her şarkısı aslında bir bütünün parçası olan albümlerdir bunlar. Çoğu prog rock albümünde de rastlayabilirsiniz böyle bir şeye. Bana soracak olursanız her albümün her şarkısı biri biriyle az çok bağlıdır ve bir hikaye anlatır. Şarkılardaki hikaye olmasa bile yazanın hayatını anlarsınız bazen. Ne noktada elde tutarlı bir hikaye olup olmadığına karar vermek benim işim olmadığından benim için çoğu albüm bir konsept albümüdür. Sadece bazıları diğerlerinden daha öyledir. Neyse asıl önemli olan müziklerin hikayesidir. Her müziğin bir hikayesi vardır ve hepsi bize çeşitli yollarla anlatır bunu. Kendi içinde bir şey söylemese bile çalan kişi hakkında, yazan kişi hakkında ya da dinleyecek kişi hakkında bişey anlatır bize. Üzücü bir müzik dinlediğinizde size direkt bir şey söylemese bile bestecinin çok da mutlu olmadığını ya da sizinle birlikte o şarkıyı farklı yerlerden dinleyen kişilerin biraz üzgün olduklarını tahmin edebilirsiniz. Prog rock ise benim için bu "bir şeyler anlatma" mevzusunun en büyük kalesidir (yani eskiden öyleydi). Günlük hayatta müziğe o kadar entegreyiz ki genelde ne dinlediğimizi anlamıyoruz bile. Arabaya binip radyoyu açıyoruz, yürürken kulaklığımızı takıp müzik dinliyoruz, bazılarımız akşam müzik dinleyerek uyuyor sabah ise müzik dinliyerek kalkıyor. Ben bile bu yazıyı müzik dinlerken yazıyorum hatta tam bu satırı yazarken Dr wu'dan Storm Watch Warning şarkısı çalıyor arkada. Sadece bizim bildiğimiz müzik de değil günlük hayattaki adım ritmimiz, bazı kurduğumuz cümleler, hocanın tahtaya yazı yazarken çıkardığı kalem sesi ve dahası beynimizde müzikle bağdaştırılıyor. Benim gibi yeterince müzik seven biriyseniz bu tarz her türlü sesin içinde müziği bulabilirsiniz. Ya da benim kadar otistik değilseniz sadece Spotify'dan, Youtube'den duyduklarımız bile müziğin beynine işlemesi için yeterli (sağlıklı bir uyku düzeniniz varsa günde 4 vakit duyduğunuz ezan bile esasında müziktir.).Ayrıca müzik en kolay erişilebilir ve tüketilebilir sanat türüdür. Bir film gibi saatlerce odak gerektirmez. Tiyatro gibi belli bir zamanda belli bir ortamda olmanı gerektirmez. Heykel ve tablolar gibi açıp bakmanı gerektirmez. Kulaklığını takarsın ve yazını yazarsın, sporunu yaparsın, dersini yaparsın veya (her ne kadar günümüz dikkat sürelerinden dolayı nadir olsa da) sadece müziğini dinlersin. Kısacası günlük hayatta 'araya sıkıştırması' oldukça kolay bir şeydir müzik. Genelde istemesek bile maruz kalırız. İyi tamam da tüm bunların kötü yanı ne? Müziğin sanatsal değerini kavrayamıyor oluşumuz. Artık müzik bir sanat değil de eğlence aracıymış gibi. 2 dakika bile sürmeyen aynı sözleri tekrar eden parçalar, Hiçbir şeyi anlatma çabası gütmeyen sadeden öte 'donanımsız' parçalar. Hatta sadece müzikte değil diğer sanat dallarında da böyle. Hiçbir şey anlatmayan sadece gösteren filmler, hikayesi olmayan tablolar, duvara bantlanmış muzlar falan filan. Bütün sanat dalları bu basitleşmeden nasibini alıyor ama müzik için bu çok normal ve olması gereken gibi gösteriliyor. Demek istediğim şey her sanat eserinin inanılmaz derin olması lazım, hepsi bir şey anlatmalı ve uzun olmalı gibi bir şey değil. Sanat bir hikaye anlatan komplike eserler bütünü değildir. Lvbel c5 in de yaptığı şey kendince sanatıdır. Bazen bir filmi sadece ailemizle gülmek ya da zaman geçirmek için izleriz. Bazen bir tabloya sadece estetik değeri için bakarız. Her şeyin altında çok derin anlamlar aramaya gerek yok. Yine de gerçek anlamda sanat denilen şeyin ne kadar ve ne kadar eşsiz bir şey olduğunu unutmamamız lazım. Mona Lisa'yı sadece Davinci çizebilirdi, ondan daha güzel bir tablo yapılsa bile asla o olmayacak. Close to the Edge'yi sadece Yes yapabilirdi. Daha iyi müzikler yapılsa bile asla bir daha Close to the Edge yapılmayacak. Eşsiz olmalarının yanında bize anlattıkları şeyleri başka hiçbir şey hiç kimse onlar gibi anlatmayacak. Her sanat eseri insanlık kütüphanesinde başka bir kitap gibidir. Müzik ise bu kütüphanenin en eski kitaplarını oluşturur. Bazı tanrılara inandık ve onlara müzikler besteledik, savaşlara gittik ve cesaret için şarkılar söyledik, aşık olduk dinledik, ayrıldık dinledik. Aynı Zeki Mürenin dediği gibi "Şarklılar ağladık, şarkılarla güldük, şarkılarda ayrıldık, şarkılarda üzüldük. Şarkılarda hayat, şarkılarda ölüm" Tüm bunlara rağmen sürekli maruz kalmamızdan ve görsel öğeler barındırmamasına dolayı müziğin önemini unuttuk. Progresif rock bize müziğin sanat olduğunu en iyi ve etkili yönden hatırlatan türlerdendir. Bu yüzden bu kadar severim prog rockı. Dinlediğinde sorgulatır. Ben ne dinledim diye düşünürsün, anlamaya çalışırsın ve daha çok sorarsın. Müziğin tıpkı bir Stanley Kubrick filmi gibi sorgulanabilir, Michelangelo tablosu gibi zevk alınabilir olduğunu hatırlatır bize. Tabii ki bunu sadece prog rock yapmaz ama ben bunu yapma tarzını çok severim.
Müziğin biraz ağır başlarındandır prog rock. Genelde uzun olur. Hani 8-9 dakika gibisinden değil 20 dakikalar bile oldukça normaldir. Duymaya alışık olmadığınız tonla enstruman barındırabilir. Çok saçma ritimlerde çok saçma sesler duyabilirsiniz. Bazen de gayet normal bir sürede normal bir müzik dinlersiniz. Çok bir kalıbı yoktur zaten olayı da budur. Progress kelimesinden yani gelişmekten gelir. Gelişmişi ve yeniyi arar. King Crimson, Pink Floyd, Yes, Genesis, Camel, Rush sadece şu an aklıma gelen bir kaç prog rock grubu. Özetlemek gerekirse müziğin yaygınlığından dolayı unutulan sanatını ortaya çıkardığı ve bunu farklı bir yolla yaptığı için bu kadar severim prog rockı.
Şimdi yeterince carcar yaptığıma göre Close to the Edge geri dönebiliriz. "Sınıra yakın" bir arayışın öyküsüdür aslında. Manevi huzur gibi budizme yakın konuları anlatır. Jon Anderson, albümün konseptini Herman Hesse’in Siddhartha romanından esinlenerek geliştirmiştir. Roman, antik Hindistan’da yaşayan genç bir Brahman oğlu olan Siddhartha’nın hikayesini anlatır. Siddhartha, zengin bir ailede büyümüştür, herkes ona saygı duyar ama o ruhsal olarak tatmin değildir. Gerçek bilgelik ve aydınlanmayı bulmak için evini terk eder. Her ne kadar budist olmasam bile bu nirvanaya ulaşma konsepti çok ilgimi çeker. Bir noktada bazı şeyleri terk edip ve bazı şeyleri kabul ederek yaşaman gerekiyor oluşu hep çok gerçekçi gelmiştir bana. Close to the Edge'de bunu anlatır. 4 kısımdan oluşur şarkı The solid time of change, Total Mass Retain, I get up I get down ve Seasons of Man. 18 dakika 43 saniye boyunca bir arayışı anlatır bize. Sadece Yes için değil bütün prog rock için bile ağır bir şarkıdır. Ne anlatmak istediğini belli etmez. Sözleri tam anlamlı gelmez, ritimler karışıktır düşündürür insanı. Fakat biraz derine bakınca şarkının ne söylediğini fark edebilirsiniz.
- The Solid Time of Change
A seasoned witch could call you from the depths of your disgrace
And rearrange your liver to the solid mental grace
And achieve it all with music that came quickly from afar
Then taste the fruit of man recorded losing all against the hour
And assessing points to nowhere, leading every single one
A dewdrop can exalt us like the music of the sun
And take away the plain in which we move
And choose the course you're running
Down at the edge, 'round by the corner
Not right away, not right away
Close to the edge, down by a river
Not right away, not right away
Crossed the line around the changes of the summer
Reaching out to call the colour of the sky
Passed around a moment clothed in mornings
Faster than we see
Getting over all the time I had to worry
Leaving all the changes far from far behind
We relieve the tension only to find out the master's name
Down at the end, 'round by the corner
Close to the edge, just by the river
Seasons will pass you by
I get up, I get down
Now that it's all over and done
Now that you find, now that you're whole
Doğa sesleriyle başlar şarkı. Aynı bütün insanlık gibi doğadan gelir. Huzur vardır ortada. Karmaşadan uzak basit bir döngünün içindeki canlılar vardır sadece. Fakat çok kısa süre sonra karmaşa başlar. Gitar hızlı ve sert bir şekilde girer. Günlük hayatın karmaşası vardır ortada. Bir bıkmışlık vardır. The Solid time of Change yani değişim için gerçekten vakit gelmiştir.
1. Dörtlükte A seasoned witch ile kasıtı bilgeliktir. Tecrübeyi ve bilgiyi anlatır. O tecrübe ve bilginin seni kendi derinliklerinden ve hatalı geçmişinden geri çağırabiliceğini söyler. Uyanışın kendinde başladığını gösterir. And rearrange your liver: karaciğer eski kültürlerde duyguların merkezi sayılır. Solid mental grace zihinsel berraklık, dinginlik anlamına gelir. Duygularını berraklığa ulaştırabileceğinden bahseder. İlk dörtlükte kişinin kendi anlam arayışının başladığını anlarız.
2. Dörtlükte bize sonsuz seçeneklerden bahseder. Yapabiliceğin ama yapmadığın tona şeyi anlatır. Bu kadar seçenek arasından doğru yolu bulman gereklidir.
3. Dörtlükte ise bize sınıra yakın olduğumuzu söyler. Bilincimiz ve gerçekliğimiz arasındaki sınırdır bu. Yani ölümdür. Burdaki edge ölümdür aslında. Riverdan kasıtı ise Yunan mitolojisinde olan ölülerin geçtiği Styx veya Acheron Nehiri olabilir. Artık sınırı görmüştür ama daha hazır değildir.
4 ve 5. dörtlüklerde aydınlanmaya ulaşmaya çalışır. Zamanın hızlıca aktığını fark eder. Artık eski benliğini geride bırakıyordur. Sınıra çok yakındır ama hala inişleri ve çıkışları vardır. Dünyevi zevklerinden tamamen arınamamıştır hala. Hepsi bitmeye yakınken her şeyin bir bütün olduğunu anlar.
- Total Mass Retain
My eyes convinced, eclipsed with the younger moon attained with love
It changed as almost strained amidst clear manna from above
I crucified my hate and held the word within my hand
There's you, the time, the logic or the reasons we don't understand
Sad courage claimed the victims, standing still for all to see
As armoured movers took, approached to overlook the sea
There since the cord, the license or the reasons we understood will be
Down at the end, close by a river
Close to the edge, 'round by the corner
Close to the end, down by the corner
Down at the edge, 'round by a river
Sudden call shouldn't take away the startled memory
All in all, the journey takes you all the way
As apart from any reality that you've ever seen and known
Guessing problems only to deceive the mention
Passing paths that climb halfway into the void
As we cross from side to side, we hear the total mass retain
Down at the edge, 'round by the corner
Close to the end, down by a river
Seasons will pass you by
I get up, I get down
Şarkının 2. kısımına yine hızlı başlıyoruz.
Başlangıçta kişi eski öfkesini ve sınırlayıcı duygularını bırakıyor, sevgi ve farkındalıkla yeni bir olgunluğa ulaşıyor (“My eyes convinced, eclipsed with the younger moon attained with love”). Eski öfke ve nefret simgesel olarak “çarmıha geriliyor” ve kişi artık bilgeliği ve sözü ellerinde tutuyor. Sınıra çok yakında yaşamın ve çevresinin akışını izlemeye devam ediyor. Artık eski tecrübeleri değersizleşiyor. Kendi bildiği gerçeklik bir imgeye dönüşüyor ve yavaş yavaş yok oluyor. Nehirdeki dalgalar gibi dalgalnıyor. Bir aşağı bir yukarı. İçindeki eski benliğini geride bırakamıyor hala tamamlanmış değil.
- I get up I get down
In her white lace
You could clearly see the lady sadly looking
Saying that she'd take the blame
For the crucifixion of her own domain
I get up, I get down
I get up, I get down
Two million people barely satisfy
Two hundred women, watch one woman cry
Too late
The eyes of honesty can achieve
(She would coil their said amusement of her story)
How many millions do we deceive each day?
(Asking only interest could be laid upon the children of her domain)
I get up, I get down
I get up, I get down
In charge of who is there in charge of me
(She could clearly see the lady sadly looking)
Do I look on blindly and say I see the way?
(Saying that she'd take the blame for the crucifixion of her own domain)
The truth is written all along the page
(She would coil their said amusement of her story)
How old will I be before I come of age
For you?
(Asking only interest could be laid upon the children of her domain)
I get up, I get down
I get up, I get down
I get up, I get down
I get up, I get down
I get up, I get down
Şahsen benim için en etkileyici kısım burası. Artık sadece sınırda değil uçurumdan düşmek üzere. Bu bölümde şarkı, içsel çatışma, sorumluluk, suçluluk ve insan deneyiminin karmaşıklığını anlatıyor. beyaz dantelli kadın imgesi, masumiyet, üzüntü ve fedakarlık sembolü olarak kullanılmış; kendi “alanının çarmıha gerilmesinin” suçunu üstleniyor, yani kendi yaşamındaki veya toplumdaki sorunların sorumluluğunu taşıyor. Günahlarının affedilmesi için önce onları kabul etmen lazım. İnsanların tatminsizliğini ve çektikleri acıları anlatıyor. Bir kadın ağlıyor ama kimse bir şey yapmıyor. Hayatın acılarını kabul ediyor. Kendine sorular soruyor. Who is in charge of me? Hala sorularına cevap bulamamış. Hala düşüyor ve kalkıyor. Hala dünyevi istekleriyle boğuşuyor. Ama artık onlardan kurtulamayacağını da anlıyor. Düşücek kalkıcak ve kendi yoluna böyle devam edecek. Bazı insanlar ağlayacak, bazı sorular cevapsız kalıcak. Bunların hepsini anlıyor ve idrak ediyor. O sınırı geçmenin her şeyi bilmek olmadığını anlıyor. Bu bölümün sonunda ise inanılmaz bir org solosu ile ölümü görüyoruz. Bu gerçek bir ölümden ziyade ruhun ölümü. Artık arındı ve anladı. Kısacası nirvanaya erişti de diyebiliriz.
- Seasons of Man
The time between the notes relates the color to the scenes
A constant vogue of triumphs dislocate man, so it seems
And space between the focus shape ascend knowledge of love
As song and chance develop time, lost social temperance rules above
Ah, ah
Then according to the man who showed his outstretched arm to space
He turned around and pointed, revealing all the human race
I shook my head and smiled a whisper, knowing all about the place
On the hill we viewed the silence of the valley
Called to witness cycles only of the past
And we reach all this with movements in between the said remark
Close to the edge, down by a river
Down at the end, 'round by the corner
Seasons will pass you by
Now that it's all over and done
Called to the seed, right to the sun
Now that you find, now that you're whole
Seasons will pass you by
I get up, I get down
I get up, I get down
I get up, I get down
Ruhu öldü ve tekrar dirildi. Nirvanaya eriştiğini düşündük ama bu kısım ile birlikte kargaşa ve gürültü yeniden başladı. Bunun sebebi her şeyin bir döngüde olması. Cevabı bulduğunu düşündük ama o cevabın olmadığını buldu. Yine karmaşanın içinde fakat bu sefer her şey daha anlamlı. Bu bölüm, farkındalık, zaman, yaşamın döngüsü ve bilgelik temalarını işliyor. “The time between the notes relates the color to the scenes” dizeleriyle, küçük anlar ve detaylar aracılığıyla hayatın ve deneyimlerin renk ve anlam kazandığı vurgulanıyor. Tüm insan ırkını gösteren bir adam görüyor. Artık her şey bitti ve her şeyin bir bütün olduğunu biliyor. Tekrar döngünün içinde ama bu sefer anlayarak ve severek yaşıyor. Ve şarkı yine doğanın sesleriyle bitiyor. Kuş ve nehir sesleriyle başlayan şarkı tekrar döngünün içinde kuş ve nehir sesleriyle bitiyor. Hiçbir şeyin değişmediğini ama çok şeyin değiştiğini böylece görmüş oluyoruz.
Yani aslında Close to the Edge bize bir cevaptan ziyade bu yolcuğu göstermek istiyor. Nirvanayı yani cevabı kendince anlatıyor. Döngüden kurtulmaktan ziyade onu anlıyor. Nefreti ve acıyı bir yerde kabul edip bütünü görüyor ve her şeyin uyumuna hayran kalıyor. Şarkıyı hiç sözlerini umursamadan bile dinleseniz size hikayesini anlatıyor. Ki söylemek lazım sözlerin üstü çok kapalı direkt okuyup anlaşılıcak şekilde değil. Benim amacım size şarkıyı anlatmaktı zaten ama bu tarz şarkıların sözlerini okuyup müziğini dinleyip anlayamazsınız. Ben size daha satırlarca sözlerin ne anlattığını yazardım (ki şu an bile oldukça az yazdım) ama asıl önemli olan şarkının size anlattığı benim size anlattığım değil. Belki size bambaşka şeyler hissettirir orasını bilemem ama her halükarda bu şarkının normal bir kafayla yazılmadığına emin olabiliriz. Hiçbir akıl masanın başına geçip hadi böyle bir şeyler besteleyelim diyemez. Nasıl bir süreç içinden çıktığını gerçekten merak ediyorum. Kafalarından geçen şey neydi. Daha 72 senesinde prog rock yeni oluşurken 3 şarkıdan oluşan bu tarz bir albüm yayınlamaya nasıl cesaret ettiniz. Çoğu insan Bohemian Rhapsody'i bu konuda çok över ama ondan 3 sene önce çıkmış çok daha progresif öğeler içeren bu ve bu tarz yüzlerce şarkıyı es geçmemek lazım. Bu adamlar yaptıklarını ilk yapmadı aynı zamanda çok iyi yaptılar. Kendilerinden sonrakilere cesaret verdiler. Bu yüzden Pink floyd, Yes, King crimson gibi gruplar çok büyükler. Sadece ilki değil en iyisini başardılar. İronik olan da şudur ki genelde bu tarz grupların en çok bilinen şarkıları kendi kimliklerinden en uzak olanıdır. Herkes wish you were here'i bilir ama pink floydun asıl endüstriye katkısı olan echoes gibi şarkılarını unutur. Herkes Hard Metal grubu Metallica'nın metaldan en uzak şarkısı Nothing Else Matters'ı bilir ama kalan tonlarca anlattığı şeyi bilmez. (şarkıların popülerliğine laf etmiyorum bazen çok yüzeysel bakıyoruz istemesekte bundan bahsediyorum). Müzik endüstrisinde anlatılmış tonlarca hikaye ve sorulmuş soru var. Biz ise bunların çok küçük bir kısmını dinliyoruz ve anlıyoruz. Müziği bu kadar ilgi çekici yapan şeylerden biri de bu. Umarım bu yazıdan zevk almışsınızdır. Huzurlu ve sağlıklı kalın. Uçurumun kenarına da dikkat edin.
he bu arada odamın bir duvarı da albümün kapağı gibi yeşildir
ReplyDelete